Bu Blogda Ara

15 Şubat 2011 Salı

Sinema ve Annellik

Çok severim film izlemeyi, hele ki sinemada. Karşımda kocaman bir ekran, beni dış dünyadan tamamen koparan yüksek ses, sanki filmin baş kahramanı benmişim gibi izlemeyi. Kaybolurum hikayenin içinde, üzülürüm içten içe ya da sevinirim sanki gerçekten yaşıyormuşum gibi.

Dün eşim, bugün çocuğu saat 21.00 da uyut da dışarı çıkıp bi hava alalım dedi. Peki dedim ben de zaten Deniz'in 21.30 olan uyku saatini 21.00 e çekmek hiç zor olmuyor. Hatta çoğu zaman 21.30'a kadar ayık tutmak zor oluyor. Neyse akşam oldu eşim geldi, çocuğu emzirdim koydum yatağına herzamanki gibi. Gel görki beş dakika sonra içli içli bir ağlama sesi. Tekrar aldım kucağıma, sardım kokladım, başladım yeniden emzirmeye. Anladım ki sabahları biberon vermeye başladığım için oğlum anne kokusuna hasret kalmış. Bıraktım emsin istediği kadar. Saat 21.00 oldu, 21.10 oldu hala emiyor bizimki. Neyse ki sonunda bıraktı ve koyduk tekrar yatağına. İlk kez bakıcısı ile yalnız kalacaktı. Başladım bakıcıya anlatmaya, uyanırsa şöyle yap, öküsürse şöyle yap, aman arada kontrol et, bak bu ev telefonu, bunlar bizim numaralarımız.. vs vs.. Ama o da ne bizim ev telefonu aramıyor cep telefonunu. Hayda bende başladı bir panik... Neyse verdim kendi telefonumu, eşimin numarasını gösterdim ve çıktık evden alel acele. Geç kalıyoruz diyordu eşim. Ben de hava almanın nesine geç kalıyoruz ki diye düşünüyordum.

Meğerse dün sevgililer günü diye kocam bilet almış sinemaya, hem de benim birkaç gün önce fragmanını görüp de iç geçirdiğim filme "Aşk Tesadüfleri Sever"e. Çok mutlu oldum. Ama sinemaya yetişir yetişmez başladı bende bir kuruntu, uyandı mı acaba, ağlıyor mu acaba diye. Arasam ,daha evden çıkalı on dakika olmuş, aramasam içim rahat olmayacak. Zor tuttum kendimi, dedimki bu kadar pimpirikli olma, tüm gün bakıcı ile gayet iyiydiler, bişey olursa kızcaz biliyor ne yapacağını.

Başladık filmi izlemeye, eskiden olsa salya sümük izlerdim o filmi, filmin ilk yarısı o kadar mı uzun gelir bir insana. Herhalde ara yok bu filmde diye düşünmeye başladım. Dayanamayıp eşime sordum, ara vermeyecekler mi diye, o da bilmiyormuş. Neyse ara verildi, ben koşar adımlarla koridora attım kendimi, sarıldım telefona. Bakıcımız telefonda gülümser bir sesle "Deniz uyuyor, hiç uyanmadı, problem yok" dedi sesimi duyar duymaz. Bir oh dedim ki anlatamam. Sonra ikinci yarı başladı. Olaylar gerçekleşiyor. Bense çıkmışım başrol olmaktan. Her oyuncunun annesi modundayım. Ah yazık çocuğa, ah yazık kıza diye düşünüyorum. Geçen her sahnede bunları da yaşayacağız diyorum. Bak bu yaşlara da gelecek, birini sevecek, tutkusu olacak, kendi istekleri heycanları olacak diyorum. Bir yandan da kızıyorum babaya, böyle konuşulur mu hiç çocukla diyorum. Yazık zaten kalbinde ritim bozukluğu var, ne diye üstüne gidiyorsun diyorum. Sonra o feci trafik kazası. Kızıyorum senariste, öldürdüğü için yavrumun aşkını.

Ve film bittiyor. Ben de bitiyorum. Koşar adımlarla uçarak eve dönüyorum yavrumun yanına. Üstü açılmış mı, yastığı kaymış mı, karnı acıkmış mı diye bakmaya.

Sonuç: Benim için romantizm bitmiş, şefkat almış başını gidiyor. :)) Normale ne zaman dönerim, ya da döner miyim onun merakındayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder